Aileler ve toplum, çocukları; ‘Biz bu çocuğu nasıl kullanırız,’ hesabıyla yetiştiriyorlar. Bu amaç için, çocuğun kendi hayatını feda etmesi gerektiğini çok iyi biliyor ve buna uygun eğitiyorlar. Çocuk bunun farkına vardığında, itiraz edecek, karşı koyacak gücünün olmadığını, çaresiz olduğunu görüyor.
Çaresizliğini fark eden çocuğun önünde iki seçenek vardır. Birincisi, istediği hayatı yaşayabilmesi için güçlü olmak gerektiğini bildiğinden; ‘Güçlü olana kadar büyüklerinin istediği gibi görünürüm, yeterince güçlü olduğumda istediğim gibi yaşarım,’ deyip, sabreder. İkincisi, büyüklerin gazabından korkup, uslu bir çocuk olur ve senaryosu önceden yazılmış hayatı yaşar. İkinci seçeneği seçenler ‘ortalama insan,’ olmaya razıdırlar.
Ortalama insan; kendi istediklerini bir yana koyup, kendinden beklenen gibi davranan, toplum standardına uyan, geleneklere bağlı, en önemlisi otoriteye boyun eğen bireydir.
Kendisine biçilen, standart hayatı benimsemiş bir insan, her şeyin ortalamasını ölçü kabul eder, ortalamanın altı ya da üstü ona ayıp, günah görünür. Kendinden beklenen gibi davranmazsa büyük bir kabahat işlemiş gibi suçluluk hisseder. Bu yakıcı duyguyu yaşamaktansa, kendi isteğinden gözünü kırpmadan vazgeçer.
Suçluluk duygusu, çocuğun, büyüklerinin istediği gibi davranmasını sağlamak için, eğitimle insana yerleştirilmiş bir duygudur. Bu duygu sayesinde kişi yalnız kaldığı zamanlarda da kontrol altına alınmış olur. Birey kendisine verilen ölçülerin dışına taştığında, ‘ben yanlış yaptım’ diye düşünüp suçluluk duyar. Burada tuhaf olan şey, ‘yanlış’ denilen şeyin, yanlış olduğuna ebeveynlerin karar vermiş olması ve kişinin de bunu tartışmasız kabul etmesidir. İşte bu duruma, anne baba vesayeti ile yaşamak, diyebiliriz.
Anne baba vesayeti ile yaşayan bir insanın, kendisi olmak ve coşkulu bir hayat yaşamak amacı ve azmi olmadığından değişemez ve gelişemez. Bu yüzden sıradan ve yavan bir hayatı olacaktır. Böyle bir insan da kendi kendine, ‘Benim iyi bir hayatım var,’ diyebilmek ister. Bunun için yapabileceği, ya mevcut durumu abartılı bir iyimserlikle parlatmak, ya da başkalarının eksiklerini bulup, ‘benim durumum iyi’ düşüncesiyle kendini avutmaktır.
‘Bir güzelden vazgeçmeyince, bir güzele erişilmez,’ derler. İnsanlar, ya kendisine benimsetilen yaşam tarzını, kendilerini feda ederek yaşayacaklar ya da kendi istedikleri yaşamı sürdüreceklerdir. Kendi yaşamını sürdürecek olanlar öncelikle anne baba vesayetinden kurtulmak durumundadır.
[author image=”https://www.kulecanbazi.com/wp-content/uploads/2014/11/huseyin-guducu.jpg” ]Hüseyin Güdücü
drguducu@hotmail.com[/author]