İnsanları, kabaca, hakikati bulmuş olanlar ve arayanlar olarak ikiye ayıralım. Hakikati bulmuş olanlar, her şeyi biliyor olmalı. Her şeyi bilen bir insan, bir eksiği olduğundan, şüphe dahi etmez. Kendisi gibi düşünmeyenleri, hakikati bulamamış zavallılar olarak görür. Bu zavallılar bir şey anlatınken, ondan öğrenecekleri bir şey olmadığından, onları dinlemeye gerek bile duymazlar. Sadece dinlermiş gibi yapıp, sıranın kendisine gelmesini beklerler. Beklerken de söyleyeceklerini hazırlayıp, sıra kendisine gelince doğruları ‘tebliğ’ ederler.
Hakikati bulduğunu varsayan iki insanın konuştuğunu düşünelim. Bir birini dinlemeyen, anlamaya çalışmayan, kendi bildiğini diğerine kabul ettirmeye çalışan iki insanın çekişmesidir, olan biten.
Bu çekişme size çok tanıdık gelmiyor mu?
Siyasi parti taraftarlarının kapışması, futbol takımı tutanların atışması, karı koca çatışması, kamu vatandaş ilişkileri, kişiler arası çıkar kavgasına baktığımızda gördüğümüz; ‘doğrusunu ben biliyorum,’ dayatmasıdır.
Hakikati arayanlar, benim tam bilemediğim bir bilgi, fark edemediğim derinlik, kavrayamadığım incelik olabilir deyip, dinlemeye anlamaya hazırdır. Farkına varılan her şey, yeni bir kapı açtığından, o kapının arkasındaki yeni şeyleri merak ederler. Bu merak her daim sürer gider. Dün öğrendikleri bugün eski bilgi haline dönüşebildiğinden, fikirleri değişkendir. Dışarıdan bakan için, tutarsızlık, döneklik vb. gibi görülebilen bu durum, aslında değişimin, gelişimin ta kendisidir.
Hakikati arayan iki insanın konuşmasını düşünelim. Böyle insanlar, ‘benim bilmediğim yerde iş vardır,’ diye düşünüp, anlamaya çalışır. Birbirini anlama niyetindeki iki insan, diyalog kurar, çekişmez.
Hayat, zaten hakikati arama, yaşamın sırrına erme serüveni gibi geliyor bana. Hakikati buldum diyenlerin, bir süre bu istasyonda dinlendiklerini düşünüyorum.
[author image=”https://www.kulecanbazi.com/wp-content/uploads/2014/11/huseyin-guducu.jpg” ]Hüseyin Güdücü
drguducu@hotmail.com[/author]