Aynı sitede oturan emekli avukat, emekli politikacı ve emekli rahip, her sabah birlikte yürüyüş yapıyorlarmış. Yürüyüş esnasında birbirlerine takılıyorlarmış. ‘Bir gün hangimizin mesleği daha eskidir?’ tartışmasına girmişler. Avukat; “Tabii ki avukatlık, dünyadaki ilk meslekti. Kavga eden insanlara birisinin aracılık etmesi, arayı bulup adaleti sağlaması gerekiyordu. Kavganın olduğu zamandan beri avukatlık vardır.’ demiş.
Rahip; “Kavgayı başlatan kim? Rahipler, insanları belli bir fikre inandırdılar. Kendi gibi düşünmeyenleri düşman ilan ettiler. İnandığın ve düşman olduğun fikir olunca kavga kaçınılmazdır. O yüzden bizim mesleğimiz sizinkinden eskidir,” demiş.
Politikacı gülmüş; “Kısmen haklısınız demiş. Asıl meseleyi gözden kaçırdığınızı söylemeliyim. Başarma, güç elde etme, bir şeye erişme, muzaffer olma fikrini biz yarattık. Bir güce erişmek isteyenler; doğru fikri, felsefeyi, doğru dini aramaya başlar. Doğru düşünceyi bulunca, bunu benimseyen insanlar bulurlar. Siz güç arayan insanın ortaya attığı düşünceler sayesinde meslek sahibi oldunuz. Bu yüzden en eski meslek politikacılıktır,” demiş.
Şimdi bu yakıştırma hikâyeden yola çıkarsak, insanın güç aramaya başlaması, işleri değiştirmiş. Güç elde etmek isteyenler, insanları müthiş bir fikirle bir araya getirmek istemişler. Kendi gücü kendine yeten insanlar, daha güçlü olmak için bir araya gelmeye ikna edilemeyince, insanı güçsüz yapmaya karar vermişler. Güçlüyü, güçsüz yapmanın en kolay yöntemi, gücü bölmektir.
Güçlü insanın, gücünü bölebilmek için, doğal yapısını bozup, doğal olmayan bir kalıba sokmak harika bir yoldur.
Günümüze bakarsak, ebeveynler; çocuklarını kendilerine bağlı kalmalarını sağlamak amacıyla, ‘anne babanın hakkı ödenmez,’ diyorlar. Din adamları; seks yapmak ve düşünmek sanatla, müzikle ilgilenmek günah diyorlar. Öğretmenler; edepli, ahlaklı olun diyorlar. Doktorlar; keyif verici maddeler, lezzetli gıdalar, çok yemek sağlığa zararlı diyorlar. Askerler; önce vatan gelir diyorlar. Politikacılar; çok sayıda düşmanımız var, tehlike altındayız, hiçbir şeyden şikâyet etmeyin, biz ne yapıyorsak sizin iyiliğiniz için yapıyoruz diyorlar.
Bu söylenenlerle bir kalıba sokulan bireyden; sadakatli olması, edepli olması, seks talep etmeyip sanattan uzak durması, lezzetli yiyeceklerden kaçınması, vatansever gibi davranması, halinden şikâyet etmemesi isteniyor. Böylece insanın içine, yasak, ayıp, günah, suç vb. diyen odaklar yerleşmiş oluyor. Her bir odak ayrı bir parça gibi davranıyor. Bir olan insan beşe ona bölünmüş oluyor.
Doğal olmayan bir kalıba sokulan insanın içindeki bu odaklar, her adımda bireyi suçlu ilan ediyor. Yani kişi kendi doğasına düşman oluyor. Yaptığı her şeyden pişmanlık duyan insan, tüm gücünü içindeki suçluluk duygusunu susturmak için harcıyor.
Bu duyguyu yok etmenin en iyi yolu, kutsal düşünceye hizmet eden ayrıcalıklı kişi olmaktır. İşte bu hale gelmiş bir insana ‘yüce’ görev vermek isteyen yönetici her zaman hazırda beklemektedir.
[author image=”https://www.kulecanbazi.com/wp-content/uploads/2014/11/huseyin-guducu.jpg” ]Hüseyin Güdücü
drguducu@hotmail.com[/author]