Genç bir kadının çok sevdiği kocası ölmüş. ‘Ben kocam için yaşıyordum, artık hayatın anlamı kalmadı,’ demiş kendi kendine. Kocasıyla birlikte ölmek için, onun cesedinin yakıldığı alevlere kendini atmak istemiş ama küçük oğlu aklına gelmiş. ‘Çocuğumun büyümesi lazım, onun için yaşamalıyım,’ deyip vazgeçmiş.
Kısa süre sonra oğlu da ölmüş. Bu kez adeta aklını yitirmiş, “Hele komşular bana yardım edin! Çocuğumu diriltecek bir hekim bulun! Ben sadece çocuğum için yaşıyordum, şimdi yaşamak için bir amacım kalmadı!” diye acı acı feryat etmiş.
Komşuları toplanıp; ‘Biraz sonra bu köye Buda gelecek, sen çocuğunu ona götür, ancak o ölüyü diriltebilir, sana yardım edebilecek tek kişi odur,’ demişler. Kadın çocuğu Buda’ya götürmüş, “Ne olur onu geri getir. O olmadan ben yaşayamam,” demiş. Buda, “Tamam durumunu anladım, sana yardım edeceğim. Bunu yapabilmem için, hiç ölü çıkmamış bir evden, biraz hardal tohumu getirmen lazım,” demiş.
Kadın hemen davranmış, köydeki evleri dolaşmaya başlamış. Hangi eve gitse, ‘İstediğin kadar tohum verelim ama bizim evden ölü çıktı,’ cevabını alıyormuş. Tüm evleri bir bir dolaşmış, hepsinden aynı cevabı aldıktan sonra, Buda’nın ne demek istediğini anlamış. İçindeki sıkıntı biraz dağılmış, Buda’nın yanına gelmiş. Gülümseyerek; “Bana doğan herkesin öleceğini, ölümden kaçılamayacağını gösterdin. Artık çocuğumun geri gelmesini istemiyorum, geri gelse de bir gün ölecek. Sen bana ebedi olanı öğret,” demiş.
Hikayedeki kadın, eşi ve oğlu için yaşamış. Ölüm ikisini de elinden alınca, ebedi olanı, yani doğumdan önceyi, ölümden sonrayı öğrenmek istemiş.
İnsan olmanın en yaman çelişkisi bir gün öleceğini bilmektir. Ölüm insanı korkutuyor. Bu korkudan kurtulmak isteyenler, ölümü unutmaya çalışıyorlar. Büyük bir çoğunluk, ölümü unutmanın en kolay yolunun, dünyaya bağlanmak olduğunu keşfetmiş. Bunlardan kimi duygusal bağlarla eşine veya çocuğuna, kimi de maddi bağlarla mala, mülke, güce bağlanıp, yaşamına anlam katmaya çalışıyor.
Bağlanma ne kadar güçlü olursa, ölüm o denli unutulduğu için bağlılık gün gün artıyor. Ölüm zaman zaman başkalarının vefatıyla kendini hatırlansa bile, bizim sıramıza daha çok var deyip ölüm korkusu savuşturuluyor. Gün gelip hak vaki olunca, sevdiğini kaybedenler küçük kıyameti yaşarken, kendi ölenler tüm birikimlerini dünyada bırakıyorlar. Yıldırım yakına düşünce, geride kalanlar ölümden kaçılamayacağını çok net anlıyorlar. İşte o zaman, bazıları ölümü unutmak yerine, hikayedeki kadın gibi, nerden gelip, nereye gittiğimizi anlamaya yöneliyorlar.
Bu yola girenler, yol aldıkça daha çok şeyin farkına varıyorlar. Farkına vardıkça dünyevi meseleler daha az ilgilerini çekiyor.
Hüseyin Güdücü
drguducu@hotmail.com