Seyir halinde olan uçağın birinci pilotu, ikinci pilota, “Tam aşağımızda, dağın eteğinde bir köy, köyün önünde de bir göl var ya, işte ben o köyde doğdum. Çocukluğumda o gölün kenarında oynardım. Bazen arkadaşlarımızla balık tutardık. Fakat o zamanlar gökyüzüne bakar, uçakları görür ve bir gün pilot olup uçmayı hayal ederdim. En büyük hayalim pilot olup uçmaktı. Hayalim gerçekleşti ama çok mutsuzum. Şimdi ise emekli olup, köyüme yerleşmeyi ve orada balık tutmayı hayal ediyorum. Dağın eteğindeki köyüm ve o göl muhteşem bir yer…” demiş.
İnsanlar, çocukken büyümeyi, büyüyünce çocuk olmayı ister. Fakirken, zengin olmayı, zengin olunca; sade bir yaşamı ister. Yetkili ve etkili bir görevde olan basit bir yaşamı, etkisiz ve yetkisiz olan yetkiyi talep eder. ‘Komşunun tavuğa komşuya kaz görünürmüş’ misali, nedense hep elimizde olana değil de, uzaktakine özlem duyarız. Başkasının eşi, işi, evi, arabası, giysisi gözümüze daha cazip gelir.
İtalya’da genç erkeklere; ‘bir kadınla ilişkinin en heyecan verici dönemi hangisidir,’ diye sormuşlar. Birinci dönem, tanışma ve elde etme, ikinci dönem, sevgili olma, üçüncü dönem, ilişkinin iyice oturması. Erkeklerin büyük çoğunluğu birinci dönemin en heyecanlı dönem olduğunu söylemişler. Güzellikler vadeden bir şeyin hayalini kurmak, buna erişmek için mücadele etmek insana çok cazip geliyor. Hedefe ulaşıldığında hayal bitiyor. Tıpkı keklik avcısı gibi. Keklik avlamaya çıkan, kekliği vurmak için yanıp tutuşurken, kekliği vurduğunda hayal, ‘çantada keklik’ haline dönüşüyor. Zihne cazibe yaratan hayal yok olmuş oluyor.
Cazibe yoksa bir plana, programa, düşünmeye ihtiyaç yok. Düşünmeye ihtiyaç yoksa zihne ihtiyaç yok. Durağanlık, hiçbir şey düşünmemek zihnin yok olması anlamına, daha doğrusu egonun yok olması anlamına geldiğinden, ego var olabilmek için her an bir cazibe üretir. Sevginin nefrete dönüşmesi, nefretin tekrar sevgiye dönüşmesi, kendisinin sahip olduğu şeyler önemsiz, başkalarının sahip olduğu şeylerin muhteşem görünmesinin nedeni bu. Zihindeki düşünceler sarkaç gibi gibidir, erişilenin cazibesi biter, erişilemeyenler hayalleri süsler.
Acaba bir insan tarafsız olsa, zihin sarkaç gibi gidip gelmek yerine, ortada dursa nasıl olur? Öyle bir insan düşünelim ki, başkaları için, iyi, kötü demiyor. Böylece iyileri sevmek, kötülerden nefret etmek durumunda değil. Sadece tarafsız kalıyor. Böyle insana yargılamayan insan diyorlar.
Doğada olan her şey sadece olması gerektiği için oluyor. İnsanlar kendilerine öğretilmiş ikinci el bilgilere göre olan biteni yorumluyor, yani yargılıyor. Eğer kendi bilgilerine uyumsuz bir yaklaşım görürse kızıyor, uyumlu buluyorsa seviyor. Tarafsız kalanlar için, iyi ve kötü olmayacaktır. Ortada durmak, yargıdan vazgeçmektir. Bu da sıkıntıya tümüyle elveda demek değil midir?
[author image=”https://www.kulecanbazi.com/wp-content/uploads/2014/11/huseyin-guducu.jpg” ]Hüseyin Güdücü
drguducu@hotmail.com[/author]